-
1 karşı çıkmak
-
2 karşı çıkmak
каршы чыгу -
3 karşı çıkmak
v. object, protest, resist, protest against, go against, object to, antagonize, argue against smth., contravene, go counter to, run counter to, deprecate, disaffirm, except, face, interpose, mind, oppose, set against, traverse* * *1. object to 2. oppose -
4 karşı çıkmak
li dijî derketin -
5 karşı çıkmak
пэгъокIэу къэкIон, пэуцужьын -
6 karşı çıkmak
to oppose, to object, to protest, to frown on/upon sth, to come out against sth -
7 karşı
1. adj und subst gegenüberliegend; (die) gegenüberliegende Seite; Gegen- (Partei); gegensätzlich (Meinung);karşı akın Gegenangriff m;karşı öneri Gegenvorschlag m;karşı taraf Gegenseite f; gegenüberliegende Seite;karşı tarafa geçmek die Straße überqueren;karşı yatak TECH Strebepfeiler m2. adv -e karşı çıkmak jemandem entgegengehen; widersprechen D;-e karşı durmak widerstehen D; gegen jemanden auftreten;-e karşı gelmek sich jemandem widersetzen;karşı karşıya einander ( oder sich) gegenüber, Auge in Auge;karşı karşıya gelmek plötzlich einander gegenüberstehen;-e karşı koymak gegen jemanden auftreten;-e karşı olmak gegen jemanden (oder etwas) sein;buna karşıyım ich bin dagegen;karşıdan karşıya von einem Ende zum anderen, quer über …; querdurch; still und leise;-i karşısına almak jemandem nicht beipflichten können;karşısındaki Gesprächspartner m3. postp -e karşı gegen A, gegenüber D; zu D; für A; auf … A hinaus;-in karşısına gegenüber A; auf … A zu;-in karşısında gegenüber D (z.B. dem Haus); fig angesichts G;-in karşısından von … gegenüber;sabaha karşı gegen Morgen;biz bahçeye karşı otururuz wir wohnen auf den Garten hinaus;karşıımızda bir bay oturuyordu uns gegenüber saß ein Herr;ona karşı sempatim var ich habe Sympathie für sie, sie ist mir sympathisch -
8 çıkmak
1. (-den) (hervor)kommen (aus D); stammen (aus D); Käfer usw kriechen (aus D); Arbeit, Stellung aufgeben, ausscheiden (aus D); Büro, Haus verlassen, kommen (aus D); Geld ausgeben müssen, verbrauchen; sich lossagen (von einer Religion); Schule, Klasse absolvieren, abschließen;bundan ne çıkar? was wäre schon dabei?; was ergibt sich daraus?2. v/i ausgehen; Ausschlag sich bilden; Bart sprießen; Befehl ergehen; Brand, Krieg ausbrechen; Buch, Zeitung erscheinen, herauskommen; Einband abgehen; Fett gewonnen werden (-den aus D); Fleck herausgehen; Flugzeug aufsteigen; Gesagtes sich bewahrheiten, sich erfüllen; Geschwür aufgehen; Gesetz herauskommen; Gestirn aufgehen; Kleid gehen (aus einem Stoff); Laub herauskommen; Preis (an)steigen; Saat sprießen; Schuh gehen (vom Fuß); Ware auf den Markt kommen; Wort entfallen (-den); Zahl abgehen (-den von D); Zeit, Monat vergehen; auf die Toilette gehen, austreten; sich erweisen als, sich herausstellen als;bu iş çıkmadı die Sache hat nicht geklappt;çocuğun kolu çıktı das Kind hat sich den Arm ausgerenkt3. (-e) Treppe hinaufgehen; (-den –e) ziehen (aus D in A); (-e) sich auf den Weg machen; steigen auf einen Berg, besteigen (A); fahren, gehen an den Bosporus; landen (in D; an D); sich jemandem zeigen; auftauchen ( önüne vor jemandem); erscheinen (vor D, z.B. Gericht); Geld kosten; gelangen zu einer Stellung; jemandem gleichkommen; Los jemandem zufallen; Tür, Fenster gehen (auf A); THEA eine Rolle spielen; Weg führen (nach D);geziye çıkmak auf Reisen gehen;karaya çıkmak an Land gehen;-e karşı çıkmak fig auftreten (gegen A);müdüre çıkmak sich beim Direktor melden;turneye çıkmak auf Tournee gehen4. ohne Suffix: Betrag noch dazulegen; (-i) Geld rausrücken -
9 karşı
про́тив* * *1.противополо́жная сторона́karşıdan bir araba geliyordu — с противополо́жной стороны́ е́хала кака́я-то маши́на
karşıya geçmek — перейти́ на противополо́жную сто́рону
2.karşıda oturuyor — он живёт напро́тив
1) противополо́жныйkarşı mahalle — кварта́л, располо́женный напро́тив
karşı taraf — противополо́жная сторона́
2) несхо́дный, противоре́чащий [друго́му]karşı dava — юр. встре́чный иск
karşı parti — оппозицио́нная па́ртия
karşı takım — спорт. кома́нда-проти́вник
3. -ekarşı teklif — встре́чное предложе́ние, контрпредложе́ние
1) про́тив, напро́тив кого-чего; пе́ред кем-чемparka karşı oturmak — жить напро́тив па́рка
buna karşı — про́тив э́того
gripe karşı ilâç — лека́рство про́тив гри́ппа
2) по отноше́нию к кому-чему, относи́тельно кого-чегоsize karşı söz — а) выска́зывание про́тив вас; б) относи́тельно вас
ona karşı sempatim var — у меня́ к нему́ симпа́тия
3) под, к... ( о времени)akşama karşı — под ве́чер, к ве́черу
tren sabaha karşı istasyona geldi — к утру́ по́езд при́был на ста́нцию
••- karşı durmak
- karşı sına geçmek
- karşı gelmek
- karşı koymak
- karşı olmak
- kim karşı? -
10 karşı
"1. the place opposite. 2. facing, opposite. 3. opposing. 4. counter-, anti-. 5. /a/ facing, in the direction of, toward. 6. /a/ in return for. 7. /a/ in response to. 8. /a/ toward, to, for. 9. /a/ against, contrary to. 10. /a/ against, as a cure for, as a countermeasure to. -dan bakmak /a/ to look on idly. - çıkış objection, protest. - çıkmak /a/ 1. to oppose. 2. to object (to). 3. to go to meet (someone). -sına çıkmak /ın/ 1. to appear suddenly in front of (one). 2. to oppose. - dava counterclaim. -sına dikilmek /ın/ 1. to stand facing (someone). 2. to oppose. - duran opponent. - durmak /a/ to resist, oppose. -ya geçmek to cross over to the other side. - gelme defiance. - gelmek /a/ to defy; to oppose openly. - gerilla counterguerrilla. - gitmek /a/ to go to meet (someone). - görüşlü 1. opposed, opposing. 2. opponent. - hücum counterattack. - hücuma geçmek to counterattack. - itham countercharge. - ithamda bulunmak to countercharge. - karşıya face to face. -dan karşıya from one side to another, across. - koyma resistance. - koymak /a/ to oppose, resist, make a stand (against). - olmak /a/ to be against. -sında olmak /ın/ to oppose. - oy opposing vote, negative vote. - reform counterreformation. - rüzgâr adverse wind. - taarruz counteroffensive. - taarruza geçmek to start a counteroffensive. - takım opposing team. - taraf opposite side. - teklif 1. counterproposal. 2. counteroffer. - yaka the opposite shore, the other side. " -
11 sömürü
эксплуата́ция, эксплуати́рованиеsömürü ye karşı çıkmak — выступа́ть про́тив эксплуата́ции
-
12 muhalefet
muhalefet [muha:--] sa. pol Opposition f\muhalefet etmek opponieren; ( karşı çıkmak) sich widersetzen\muhalefette olmak in der Opposition sein -
13 ağız
рот (м)* * *I выпад. -ğzı1) рот, пасть2) го́рло, го́рлышко; выходно́е отве́рстиеağzı dar şişe — буты́лка с у́зким го́рлышком
cebin ağzı — про́резь карма́на
yanardağın ağzı — кра́тер вулка́на
3) вход (в бухту, залив и т. п.)körfezin ağzı — вход в зали́в
4) нача́ло ( дороги)yolun ağzında — в нача́ле доро́ги
5) края́ (сосуда и т. п.)bardağın ağzı — края́ стака́на
testinin ağzı — края́ кувши́на
6) у́стьеçay ağzı — у́стье реки́
7) разви́лка, перекрёстокdört yol ağzı — перекрёсток доро́г
iki yol ağzı — разви́лка
8) ле́звие9) диале́кт, го́ворRumeli ağzı — румели́йский диале́кт
10) тон, мане́ра ( разговора)ağzı değişti — он заговори́л по-друго́му
bana karşı bu ağzı kullanma — ты со мной таки́м то́ном не разгова́ривай
11) муз. мело́дии, напе́вы (какой-л. местности)12) разг. разsobayı günde iki ağız yakıyoruz — мы то́пим печь два ра́за в день
••ağzı torba değil ki büzesin — погов. на чужо́й рото́к не наки́нешь плато́к
ağız yüreğin artığını / taşkınını söyler — посл. у кого́ что боли́т, тот о том и говори́т
- ağzında- ağzı açık ayran delisi
- ağzı açık kalmak
- ağzını açıp gözünü yummak
- ağız açmak
- ağzını açmak
- ağız açmamak
- ağzını açmamak
- ağız açtırmamak
- ağız ağza vermek
- ağızdan ağza
- ağızdan ağza geçmek
- ağza alınmaz
- ağza almamak
- ağzına aptesle almak
- ağzını aramak
- ağzına atmak
- ağzından baklayı çıkarmak
- ağzında bakla ıslanmamak
- ağzına bakmak
- ağzının içine bakmak
- ağzına baktırmak
- ağzından bal akmak
- ağzını bıçak açmamak
- ağzına bir kemik bırakmak
- ağzına bir parmak bal çalmak
- ağzında gevelemek
- ağız bozukluğu
- ağız burun birbirine karışmak
- ağzı burnu yerinde
- ağzından çıkanı kulağı duymamak
- ağzından çıkanı kulağı işitmemek
- ağzından çıkmak
- ağız değişikliği
- ağız değiştirmek
- ağzını dilini bağlamak
- ağız dil vermemek
- ağzı dili kurumak - ağzından düşürmemek
- ağzından girip burnundan çıkmak
- ağzı havada
- ağzını havaya açmak
- ağzını hayıra aç!
- ağzıyla kuş tutmak
- ağzından kaçırmak
- ağzını kapamak
- ağzını kiraya vermek
- ağzının kokusunu çekmek
- ağzı kulağına varmak
- ağzı kulaklarına varmak
- ağız kullanmak
- ağzı kurusun!
- ağzından lâf almak
- ağzı lâf yapıyor
- ağzı lâkırdı yapıyor
- ağzından lokmasını almak
- ağzını öpeyim!
- ağzının payını vermek
- ağzının ölçüsünü vermek
- ağız persengi
- ağzının perhizi yok
- ağız satmak
- ağzını sıkı tutmak
- ağzını pek tutmak
- ağzı sulanmak
- ağzı süt kokuyor
- ağız tadıyla
- ağzının tadıyla
- ağzının tadını almak
- ağzının tadını bilmek
- ağzını tıkamak
- ağzını topla!
- ağzı var dili yok
- ağzı yanmak
- ağız yaymak
- ağzından yel alsın!
- ağzını yoklamak
- bir ağızdan
- hep bir ağızdan IIмоло́зиво -
14 her
"every, each. - an at any moment. - aşın kaşığı busybody, meddler, interloper. - bakımdan in every respect. - bir each, every single. - biri each one, every one (of). - biri başka bir hava çalmak for everyone (in a group) to behave and think differently from everyone else (in that group); for everyone to have a different opinion. - boyayı boyadık da fıstıki mi kaldı? colloq. Even though we´ve yet to do the fundamental things, you´re already talking about the finishing touches. - boyaya girip çıkmak colloq. to have worked at many different jobs. - daim always. - defa/defasında each time. - dem always. - dem taze 1. young-looking, vigorous for his/her age. 2. evergreen (plant). - derde deva cure-all, panacea. - durumda no matter what, in any case. - gördüğü sakallıyı babası sanmak colloq. to be easily fooled by appearances. - gün every day. - güzelin bir kusuru/huyu vardır. proverb Even the most attractive people and things have their drawbacks. - hal see herhalde. - halde see herhalde. - halü kârda see herhalükârda. - havadan çalmak 1. to be versatile. 2. to claim to be knowledgeable about many different things. - horoz kendi çöplüğünde/küllüğünde öter/eşinir. proverb A person will lay down the law on the turf that is his/her own. - hususta in all respects, from all points of view, in every way. - ihtimale karşı keeping every possibility in mind; just in case. - işe burnunu sokmak to poke one´s nose into everything. - işin başı sağlık. proverb The success of a project is greatly dependent on the good health of those involved in it. - işte bir hayır vardır. proverb Everything we experience in life has its positive side. - kafadan bir ses çıkmak for everyone to be talking all at once. - kim whoever. - kim olursa olsun no matter who it is, whoever it may be. - koyun kendi bacağından asılır. proverb The trouble people get themselves into is usually of their own making. - kuşun eti yenmez. proverb Not every person will bend to your will. - nasılsa somehow or other. - ne whatever. - nedense somehow, for some reason or other. - ne hal ise anyhow, anyway. - ne ise 1. so anyhow. 2. whatever the cost. 3. Anyway,.../Let´s forget it. - ne kadar although, however much. - ne pahasına olursa olsun at any cost. - nerede wherever. - ne zaman whenever. - şey everything. - şeye burnunu sokmak to poke one´s nose into everything. - tarafta all around, everywhere, on all sides. - taraftan from everywhere. - tarakta bezi olmak to have a finger in every pie. - tarladan bir kesek random talk. - telden çalmak 1. to be versatile. 2. to claim to be knowledgeable about many different things. - yerde everywhere. - yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. proverb Everybody cherishes his own way of doing things. - yiğidin gönlünde bir aslan yatar. proverb Everybody cherishes an ambition. - yokuşun bir inişi, her inişin bir yokuşu vardır. proverb All problems eventually get worked out. - zaman always." -
15 yüz
"1. face (of a person or animal). 2. face (the front, exposed, finished, dressed, or otherwise specially prepared surface of something): kumaşın yüzü the face of the cloth. dağın kuzey yüzü the north face of the mountain. binanın yüzü the building´s façade. paltonun yüzü the outer side of the coat. 3. surface: suyun yüzü the surface of the water. 4. cloth which encloses the stuffing of a cushion or pillow, case; mattress ticking; cloth used to cover a chair or sofa, upholstery, upholstering. 5. sense of shame, shame: Sende hiç yüz yok mu? Have you no shame? Ne yüzle ondan böyle bir şey isteyebilirsin? How can you have the gall to ask her for such a thing? 6. side: ırmağın öte yüzünde on the other side of the river. problemin bu yüzü this aspect of the problem. 7. cutting edge, face (of a knife blade or other sharp tool). -ü açılmak for (a thing´s) beauty to become evident or apparent, begin to shine forth. -ünü ağartmak /ın/ to give (someone, oneself) just cause for pride, do something that (someone, one) can take pride in. -ü ak (someone) who has no cause to be ashamed, who has nothing to be ashamed of. -ü ak olsun! Bless him! (said to express gratitude). -ünün akıyla çıkmak /dan/ 1. to manage to finish (a job) with one´s honor unsullied. 2. to succeed in doing (a job) as it should be done. -ünden akmak /ın/ (for something) to be evident from the look on (someone´s) face; (for something) to be evident from the way (someone) looks, be written all over (someone). -ü asılmak for a sour look or frown to come over (someone´s) face. -üne atmak /ı/ to return, refuse, or reject (something) insultingly. -üne bağırmak /ın/ to shout at (someone) angrily and rudely. -üne bakılacak gibi/-üne bakılır not bad looking, of middling looks. -üne bakılmaz very ugly (person). -üne bakmamak /ın/ 1. not to pay attention to (someone). 2. not to speak to (someone) (because one is angry with him/her). -üne bakmaya kıyılmaz very beautiful. - bulmak to get presumptuous, insolent, or uppity (after having been treated kindly or indulged). - bulunca/verince astar ister. colloq. If you give him an inch he´ll take a mile. -ünü buruşturmak to get a sour look on one´s face. - çevirmek /dan/ to break off relations with, have nothing more to do with (someone). -e çıkmak 1. to come to the surface. 2. to get presumptuous, insolent, or uppity. -ünün derisi kalın thick-skinned and brazen, brazenfaced, shameless. -ünden düşen bin parça olmak to wear a very sour face. -ünü ekşitmek to get a sour look on one´s face. - geri etmek to turn back; to retreat; to retrace one´s steps. (...) -ü görmek to experience, have: İki yıldır rahat yüzü görmedim. I haven´t had a moment´s peace for two years now. O çocuk hayatında dert yüzü görmedi. That kid´s never had a worry in his life. - göstermek to happen, occur, take place. - göz (someone´s) whole or entire face. -ü gözü açılmak 1. to be informed about sex, learn about the birds and the bees, be clued in on what sex is all about. 2. to begin to understand what the world is really like. -ünü gözünü açmak /ın/ 1. to inform (someone) about sex, teach (someone) about the birds and the bees, clue (someone) in on what sex is all about. 2. to cause (someone) to begin to understand what the world is really like. -üne gözüne bulaştırmak /ı/ to make a complete mess of (something), ball (something) up completely. - göz olmak /la/ to get to be on overly familiar terms with (someone). -ünü güldürmek /ın/ to make (someone) happy; to please (someone). -ü gülmek to be happy; to be pleased. -üne gülmek /ın/ to smile at (someone) hypocritically, make an essentially false display of friendship towards (someone). - kalıbı plaster mask of a person´s face. -ü kalmamak/-e karşı/ not to have the nerve/gall to ask (someone) for something. -ünden kan damlamak to be very healthy and rosy-cheeked, be in the pink of health. -üne kan gelmek to recover one´s health and color. -ü kara (someone) who has something to b -
16 adam
1) челове́кadam başına bir ekmek — на одного́ челове́ка одна́ буха́нка хле́ба
2) мужчи́наkahvede birçok adam oturuyordu — в кафе́ сиде́ло дово́льно мно́го мужчи́н
3) прост. муж, мужи́кbizim adam tarlada — мой мужи́к в по́ле
4) слуга́, прислу́жник5) воспи́танный / поря́дочный челове́кadam evladı — челове́к из хоро́шей семьи́, благовоспи́танный челове́к
6) сторо́нник, приве́рженецkarşı tarafın adamları çoktur — у проти́вника мно́го сторо́нников
7) де́ятель ( второй компонент словосочетания)din adamı — священнослужи́тель
hükûmet adamları — госуда́рственные де́ятели
iş adamı — бизнесме́н
sanat adamları — де́ятели иску́сства
siyaset adamı — полити́ческий де́ятель
••- adam azmanıadam ahbabından bellidir — погов. челове́ка познаю́т по его́ друзья́м
- adam beğenmemek
- adam boyu
- adam değilim
- adama dönmek
- adama benzemek
- adam etmek
- adam eti yemek
- adam gibi
- adam içine çıkmak
- adam kıtlığında
- adam olmak
- adam sen de!
- adam sırasına geçmek
- adam yerine koymak -
17 taraf
сторона́ (ж)* * *1.1) сторона́karşı taraf — противополо́жная сторона́
ön taraf — пере́дняя сторона́
yan taraf — бокова́я сторона́
2) ме́сто, ме́стность, край; райо́н, окре́стностьonlar bizim taraflarda oturuyordu — они́ жи́ли в на́ших края́х
Izmir taraflarında — в райо́не Изми́ра
3) сторона́ (в переговорах, споре, на суде)taraflar — юр. сто́роны
taraf gözetmek — защища́ть / подде́рживать чью-л. сто́рону
taraf[a] olmak / çıkmak — подде́рживать чью-л. сто́рону, быть на чьей-л. стороне́
tarafını tutmak — быть чьим-л. сторо́нником
4) определённая часть (чего-л.)5) сторона́ ( о родственных связях)baba tarafından akraba — [он] ро́дственник со стороны́ отца́
2.gelin tarafı — ро́дственники со стороны́ неве́сты, неве́стина ли́ния
в функции служ. имениkendi tarafına celbetmek — привлека́ть на свою́ сто́рону
orman tarafına gitti — он пошёл в сто́рону ле́са
tarafından — от кого
•• -
18 yan
2. I s1) Seite f\yanımda para yok ich habe kein Geld bei mirher \yanda überallher \yandan von allen Seiten, allseitigsağ/sol \yanda auf der rechten/linken Seitebir şeyin \yanı başında ( olmak) ganz in der Nähe von etw (sein), an etw sehr nah dran (sein)\yanına çağırmak zu sich rufenparanı/gözlüğünü \yanına almayı unutma vergiss nicht, dein Geld/deine Brille mitzunehmen [o einzustecken]\yanına kâr kalmak davonkommen2) (-den \yana)biri/şans ondan \yana olmak jdn/das Glück auf seiner Seite habenşans benden/bizden \yana das Glück ist auf meiner/unserer Seitebirinden \yana çıkmak sich auf jds Seite stellenbirinden \yana olmak jdm zur Seite stehenbir şeyden \yana olmak etw befürwortenben senden \yana olurum ich bin [o stehe] auf deiner Seitebir şeyden \yana olduğunu açıkça söylemek sich zu etw bekennenben ondan \yanayım ich bin dafürII adj Neben-, Seiten-birine \yan gözle bakmak (\yan bakmak) jdn schräg ansehen; ( göz ucuyla) jdn aus den Augenwinkeln anschauenbirine \yan bakmak ( fam) jdn schief ansehen\yan çizmek ( fam) einen Rückzieher machen; ( bir işten kaçmak) kneifen -
19 sabah
"1. morning. 2. in the morning. -tan in the morning: Akşama hazır olmasını istersen sabahtan söylemen gerekir. If you want it to be ready by evening, you must order it in the morning. - akşam all the time. -ı bulmak/etmek to stay awake all night; to sit up all night; to work all night. -a çıkmak (for a sick person) to make it through the night, still to be alive when morning comes. -a doğru/karşı towards morning. -lar hayrolsun! Good morning! - kahvaltısı breakfast. -ın köründe at the crack of dawn. - ola, hayır ola. 1. Let´s wait and see how things are in the morning (said in the hope that things will be better by morning). 2. It´s better to do things in the morning, when one is fresh and rested. - namazı the morning namaz (the first namaz of the day). - oldu. Morning´s come./Morning´s broken./It´s morning. - sabah in the morning (as opposed to any other time). -ı şerifler/şerifleri/şerifiniz hayırlı olsun! Good morning! - yıldızı the morning star, Venus."
См. также в других словарях:
karşı çıkmak — 1) dışarıdan gelenleri karşılamaya gitmek Edirne nin üç şerefelisi de kandillerden kaftanı ile ona karşı çıkmış. R. E. Ünaydın 2) bir düşünceye katılmamak, cephe almak … Çağatay Osmanlı Sözlük
karşı — is. 1) Bir şeyin, bir yerin, bir kimsenin, esas tutulan yüzünün ilerisi Karşımdaki kitap rafında eserlerim sırayla duruyor. H. E. Adıvar 2) Yol, deniz, ırmak vb.nin öbür kıyısı veya yanı Karşıki kıyıda yün denkleri çıkaran gemiye haykırdık,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
çıkmak — den, ar 1) İçeriden dışarıya varmak, gitmek Ortalık ağarırken bir arkadaşımla yorgun adımlarla konaktan çıktık. F. R. Atay 2) nsz Elde edilmek, sağlanmak, istihsal edilmek Bu mülakatımızdan esaslı bir netice çıkmadı. Atatürk 3) nsz Bir meslek… … Çağatay Osmanlı Sözlük
ortaya çıkmak — 1) yokken var olmak, meydana çıkmak, türemek ... yani tam muhalefetin istediği gibi bir kabine buhranı ortaya çıkmıştı. Y. K. Karaosmanoğlu 2) biri kendini göstermek Lanet filozofum diyerek ortaya çıkıp Allah a ve kullara karşı hezeyan eden… … Çağatay Osmanlı Sözlük
önüne çıkmak — 1) rastlaşmak, karşılaşmak, karşısına çıkmak 2) mec. ilk defa görmek, yüz yüze gelmek Kim olursa olsun önüme çıkanla yeniden evleneceğim. S. F. Abasıyanık 3) yolunu kesmek için birdenbire karşı durmak Kasabaya kömür indiren dağ köylülerinin… … Çağatay Osmanlı Sözlük
baskın çıkmak (veya gelmek) — karşılaştırma konusu olan kimseyi geçmek, ona karşı üstünlüğünü göstermek … Çağatay Osmanlı Sözlük
arka çıkmak — bir kimseyi başkalarına karşı korumak, kayırmak Annesi arka çıktı da çocuğu dayaktan kurtardı … Çağatay Osmanlı Sözlük
dağa çıkmak — 1) eşkıyalık etmek 2) hükûmete karşı gelmek için dağlara çekilmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
başına çıkmak — (birinin) birinden yüz bulup ona karşı pek şımarıkça davranmak Hizmetçi kadınlarla içli dışlı olmamak, onlara mesafeli davranmak gerekirdi, yoksa başınıza çıkarlardı. T. Uyar … Çağatay Osmanlı Sözlük
muhalefet etmek — karşı davranışta bulunmak, karşı çıkmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
vaziyet almak — 1) belli bir durum veya davranış biçimini benimsemek, tavır almak, tavır takınmak İşgalden sonra Rumların bize karşı nasıl bir vaziyet aldıklarını da pekâlâ biliyorduk. Y. K. Karaosmanoğlu 2) karşı çıkmak … Çağatay Osmanlı Sözlük